Diz ağrısı, Baş dönmesi





Memleketimdeki insanları üretirken fotoğraflayacağım projenin ilk gün bitti. Ne çok yoruldum, hem zihnen, hem bedenen. Öğrenmenin ve keşfin sınırları yok hakikaten, fotoğrafta da hissediyorum bunu. Yüzdüm yüzdüm ve... Ne başındayım, ne de ortasında; nitekim sonu da yok zaten. Fotoğraf ile tanıştık, etkileyici olmayan bir flört dönemi, ayrılık ve üstesinden gelemeyeceğim bir özlem sonucu bir araya gelişten sonra açık bir evlilik yaptık.

Kafamda tasarlayıp öngördüğümden daha çeşitli kareler çekebildim bugün, Rize’de. Tekne ile ilgilenen erkekler, ördekleri ile gezintiye çıkan kadın, bahçede annem ve ben; ellerimiz. Annemin resimleri sıklıkla tekrar etti, bu da çeşitliliği azalttı ancak yapılabilecek bi şey yok şu noktada. Bu ayrıntıyı her düşündüğümde dudaklarımı ısırıyorum endişe ile.



Daha öncesinde fotoğrafa bu şekilde emek verdiğimi anımsamıyorum hiç. Gerçek anlamda "çalışıyor" olduğumu hissettiğim bir gündeyim. Yerine getirmeye çalıştıklarım çok ve bu sefer sadece kendimi memnun etmeye çalışmıyorum. İlk defa başkasıyla proje yapıyor olmanın bana hissettirdikleri aşikar: çok yönlü bir heyecan.

Belgesel fotoğrafçılık belki de tam anlamda alanım değil, ancak büsbütün bırakabileceğim bir şey de değil. Bir anın içindeki en güzel noktayı alıp oradan bir fotoğraf çıkarmak, zamana karşı yarışırken beste yapmak gibi. Şayet vakit olsa, farklı açılardan, daha iyi odaklayarak ve daha doğru bir ışık ölçümü elde edilebilirdi. Bu kısım da hızlı düşünmeme ve önceden beri elimde olan çekim tecrübemden faydalanmama olanak veriyor ve bu minik mücadeleler kan akışını hızlandırıyor kesinlikle. Daha yürürken karar veriyorum kompozisyona, hangi objektifi seçeceğime. Vizörden göreceklerim gözümün önüne yapıştırılmış bir duvar kağıdı gibi, bu bilinçle yürüyüp yerimi alıyorum.

Bu zamana kadarki çekimlerimin çoğu hesaplı ve düşünülmüş, hızla hareket etmek yerine nefes tutularak oluşmuş; bu da filmli fotoğrafçılık ile son derece örtüşen bir hal. Ancak hızla hareket ederken af bir makinam olsa keşke diye düşündüm; dahası iso ayarlarını hesaba kattığımda ise ara sıra dijital bir makina kullanabileceğimi fark ettim. Hiç değilse yabancı bir cisimmiş gibi bakmam sanırım artık. Gene de bu gibi teknik detaylar ortam değiştirip filmin bana yaşattığı güven ve oyun hissini terk etmem için yeterli değil.


Estetik benim için bir kaygı değil, adeta sebep ve amaçtı bu zamana değin. Büyük ölçüde halen öyle. Fakat hızla hareket edip bir yandan da karenin bir anlamı olsun isterken güzelliğe ayrılan zaman azalıyor (sadece fotoğrafçılıkta da değil üstelik). Çekeceğim anları öngörüp çoğunlukla siyah beyaz film kullandığıma memnunum, ancak istemediğim sayıda ve şekilde lekeler girdi kadrajıma. Bu ise hiç alışık olduğum bir şey değil. Çekmek üzere olduğum fotoğrafın üzerine düşünür ve istemediğimi kareden çıkarıp gene de arzuladığım doku ve ışığı elde edebilirdim çoğu zaman. Veya hiç çekmezdim; ki bu sefer sahip olmadığım bir lüks bu. Acaba foto muhabirlik de böyle bir his mi? Bu şekilde çekmeye devam edebilir miyim, baştan böyle başlasaydım şimdi nasıl fotoğraflarım olurdu? Baştan böyle gitmemesinin sebepleri de vardır elbet. Sorular ve ulaşılmış yüzeysel cevaplar göğüs çevremde bir açlık hissi oluşturuyor. Bir açıdan korku ile bezense de becerilerime güvenmeyi de öğreneceğim birkaç gün geçiriyorum sanırım. Fakat hala daha sonuçlarını görmeksizin inşasına başlayamayacağım kendine güvenimin eksikliği hissedilir boyutta.

Yarın sabah birkaç kare daha çekeceğimi hissediyorum, bu hisse güvenip bugün daha fazla çekim yapmamaya karar verdim. Memleketimin üretken insanlarını fotoğrafladığım bu projeyi çok daha uzun bir zamana yaymak isterdim. Kaçırdığım pekmez ve çay zamanlarını, birlikte yaptığımız ekmekleri ve değirmen seferlerimizi düşündükçe içim cız ediyor.

h


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fotoğraflarımla Arama Giren Ürkütücü Mesafe

Güncel Yansıtmalar